Perspektif

Gazze Soykırımı ve Sivil İnisiyatiflerin Sürece Etkisi

Doç. Dr. Turgay Yerlikaya

7 Ekim sonrasında bütün dünyanın gözleri önünde açık ve sistematik bir soykırım yaşanmaktadır. İsrail eliyle ve önemli ölçüde Batılı devletlerin desteğiyle hayata geçirilen bu soykırım her yönüyle kayıt altına alınmaktadır. Binlerce bebek ve çocuğun katledilmesine müdahale edemeyen ya da etmekten imtina eden bir uluslararası sistemle karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi başta olmak uluslararası kurumların karşı karşıya kaldığı güven kaybı, bir sistem tartışması yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu sebeple askeri müdahale seçeneği başta olmak üzere diplomatik herhangi bir girişimin sonuç vermediği mevcut şartlarda İsrail’e karşı direnişi farklı formlarda düşünmek zorundayız.

Bu ayki “Perspektif” yazısında 7 Ekim sonrasında özellikle Batılı toplumlarda gündeme gelen İsrail karşıtı girişimler ve soykırımı bütün dünyaya duyurmaya çalışan sivil inisiyatifler konu edilmektedir. Başından bu yana sistem krizine bir cevap mahiyetinde olan boykotlar üniversite kampüslerinde görülen toplumsal hareket ve protestolar, Gazze ablukasını delmeyi amaçlayan Sumud gibi filo girişimleri, İsrail soykırımını hukukî boyutlarıyla tartışan ve soykırımı dünya gündeminin bir parçası kılmaya çalışan sembolik mahkemeler ve nihayet “İnsanlık için Kayıt Altında” gibi soykırımı sanatsal yöntemlerle hafızalara kaydeden sivil inisiyatifler İsrail’e karşı direnişin farklı formlarıdır.

Söz konusu inisiyatifler, Batılı ülkelerde hükûmetlerle toplumlar arasında İsrail konusunda bir perspektif farkının ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır. Bu tür sivil inisiyatiflerin hükûmetler nezdinde oluşturduğu baskı, Hollanda ve Kanada hükûmetlerinde görüldüğü gibi, kısmen de olsa Batılı devletler nezdinde birtakım aksiyonların alınmasına imkân tanımıştır. İsrail karşıtı bloğu güçlendirmeyi ve soykırımı kayıt altına almayı amaçlayan bu tür sivil inisiyatifler, stratejik bir amacın taktiksel düzlemdeki yansımaları olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye Siyaseti

İki Partili Sisteme Geçiş Temrinleri

İhsan Aktaş

GENAR Türkiye Raporu’nun “Siyaset” bölümü, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçiş sonrası siyasal yapısındaki dönüşümü incelemektedir. Başkanlık sisteminin benimsenmesiyle birlikte parlamenter sistemin geleneksel yapısındaki kurumsal değişiklikler belirginleşmiş, yürütme gücünün Cumhurbaşkanlığı makamında toplanmasıyla parti genel merkezleri ve parlamentonun etkisi azalmıştır. Bu süreç, Türkiye’de siyasal rekabetin giderek iki kutuplu bir yapıya dönüşmesine yol açmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasındaki rekabet, ülke gündemindeki önemli meselelerin belirleyicisi hâline gelirken küçük partilerin siyasetteki etkinliği sınırlı kalmıştır.

Makale, özellikle Türkiye’deki terörle mücadele sürecini, Kürt meselesi ve toplumsal çözüm önerilerini ele alarak toplumsal düzeyde iki partili bir sistemin nasıl şekillendiğini tartışmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve AK Parti’nin, terör örgütü PKK ile müzakere sürecini değerlendirmeleri ve CHP’nin bu süreçteki belirsiz tutumu, siyasî gündemdeki önemli kırılmaları ortaya koymaktadır. Ayrıca DEM Parti’nin PKK vesayetinden arınarak Türkiye’nin demokratik sistemine entegre olma yolunda attığı adımlar, siyasal çoğulculuğun güçlenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir.

Makale, Türkiye’deki iki partili sistemin güç kazanmasını, toplumsal normlarla ilişkilendirerek analiz etmektedir. İçinde bulunulan dönemde Türkiye’nin siyasal yapısı, toplumsal çözüm ve diyalog temelli yaklaşımlar üzerinden şekillenmeye başlamıştır. Ayrıca Türkiye’nin uluslararası konumunun, son yıllarda güvenlik odaklı ulus–devlet anlayışıyla güçlendiği vurgulanmaktadır. Bu dönüşüm hem iç politikada hem de dış ilişkilerde yeni fırsatlar yaratmaktadır.

error: İçeriklerin izinsiz olarak kopyalanması engellendi.